Probiyotik ve Prebiyotikler

Erişkin bir insan bağırsağında 100 trilyon (yaklaşık 1.5 kg) faydalı bakteri ve mantar bulunmaktadır. Bu rakam insan hücre sayısının 10 katı kadardır. Türleri 500 üzerinde olan bu bakteriler ve mantarlar normal bağırsak florasını oluştururlar. Bu bakteriler ve mantarlar 300 metrekare büyüklüğünde bir yüzey oluşturan bağırsak mukozasını koruyucu bir tabaka şeklinde döşerler.

Antibiyotikler kullanıldığında bağırsaktaki probiyotik (yaşam için gerekli) bakteriler 1000 kat azalarak, 100 trilyondan, 100 milyara kadar inebilirler.

Antibiyotikler faydalı bakterileri öldürünce mantar ve mayaların üremesi de hızlanır; normalin 130 kat kadarına çıkabilirler. Normal bağırsak florası antibiyotik kullandıktan ancak 1-2 ay sonra normalleşebilir.

Bütün hastalıklar bağırsaktan başlar. Bağırsak hasta ise vücudun geri kısmı da hastadır.

Hipokrat

Probiyotikler

Probiyotikler, ağız yoluyla alındığında sağlık üzerine yararlı etkileri olan canlı mikro organizmalardır. Probiyotik, Yunanca kökenli “yaşam için” anlamına gelen bir sözcüktür. Patojen (hastalık yapan) bakterileri kontrol etmek için, patojen olmayan (hastalık yapmayan) bakterilerin kullanılması olarak da açıklanabilir.

Probiyotikler insan organizmasının yararına çalışan, sağlıklı yaşam adına vazgeçilmez olan canlı bakterilerdir. Probiyotikler gastrointestinal (mide- bağırsak) sisteminde baskın olan, patojen olmayan (vücuda zarar vermeyen) bakterilerdir. Probiyotiklerin yararlı etkileri suşa (bakteri türüne) ve doza bağımlıdır.

Bağırsakta bulunan bakterilerin %85’i iyi bakterilerdir (probiyotikler). Bunların en önemlileri lactobacillus acidophilus ve lactobacillus bifidustur.

Mide asitinin varlığı nedeni ile midede canlı bakteri sayısı çok azdır.

Lactobacillus acidopholuslar ince bağırsağın üst bölümünde, lactobacillus bifiduslar ise ince bağırsağın alt bölümünde ve kalın bağırsakta bulunurlar.

Bağırsakta bulunan oksijen miktarı düşük olduğundan anaerob (oksijen kullanmadan yaşayan) bakterilerin sayısı daha fazladır.

Bağırsak mikro organizmalarının %15’i patojen (enfeksiyon oluşturabilecek) niteliktedir.

Bunların en önemlileri pamukçuk mantarı (Candida) ve Clostridium bakterileridir. Diğerleri de: Blastocystis, Klebsiella, Bacillus türleri, ve Staphylococcus aureus.

İyi bakteriler bağırsak duvarına yerleşirler ve sayı üstünlüğü ile hastalık yapabilecek bakterilerin fazla üremesine izin vermezler.

Probiyotikler, ağız yoluyla yeterli miktarda alındığında konağın (mikroorganizmanın içinde yaşadığı insan veya hayvan vücudu) sağlığını olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalardır. Probiyotik olarak kullanılan mikroorganizmaların çoğu laktik asit bakterileri grubundandır. (en fazla Laktobacillus’lar, Bifidobacterium’lar)

Probiyotik ürünlerin başlıcaları; yoğurt, kefir, boza ve tarhanadır.

1912 Nobel Tıp Ödülünü kazanan Rus bilimadamı Élie Metchnikoff bilim dünyasında probiyotiklerin kaşifi sayılabilir. Metchnikoff, yoğurt, kefir ve peynir gibi süt ürünlerinde bulunan asit yapan mikroorganizmaların bağırsaktaki hastalık yapan mikroorganizmaları nötralize ettiğini saptamıştır. Metchnikoff Bulgaristan ve Kafkasya’da yaşayan insanların uzun ömürlü olmasını probiyotiklerden zengin gıdaların fazla tüketilmesiyle açıklamıştır.

Türklerin Orta Asya’dan göçlerinde ve Avrupa’ya yaptıkları akınlarda kefirden sıkça söz edilmektedir. Göç eden topluluklar, atlarını ve keçilerini de yanlarında taşırlar ve onların sütünden yararlanırlarmış. At sütünden kımız, keçi sütünden kefir yaparak tamamen süt ürünleri ile beslenirlermiş. Bu yüzden Avrupalılar Türklere ‘’Laktafagüs=Sütobur” adını vermişler. Bu dönemde Türkler beyinsel ve fiziksel gücü yüksek, protein beslenmesi fazla, çok güçlü ve sağlıklı vücut yapıları ile Avrupalıların dikkatini çekmişlerdir.

Kafkas halklarının uzun yaşam öykülerinden, sıklıkla söz edilir. Bir asrı devirmiş 120-140 yaşındaki Kafkaslılar, yapılan röportajlarda su ihtiyaçlarını tamamen kefir içerek karşıladıklarını belirtmişlerdir. Kafkasya kanser vakalarına az rastlanılann bir bölgedir.

Normalde bağırsak hücreleri bağırsaktaki her maddenin (özellikle sindirilmemiş gıdalar ve toksik maddeler) kana geçişine izin vermez; yani bir güvenlik duvarı oluşturur (bağırsak sızdırmazlığı). Probiyotikler bağırsak geçirgenliğini denetlerler. Normal bağırsak florasını bozulması zararlı bakterilerin ve mantarların üremesine yol açar. Probiyotiklerin bağırsak mukozası üzerinde oluşturduğu koruyucu tabakanın ortadan kalkması bağırsak geçirgenliğini artırır. Bağırsak hücrelerindeki hasar nedeni ile sindirim yapıcı enzimler (amilaz, laktaz, lipaz vb) azalır, yiyecek parçacıkları iyi sindirilemez.

K2, B1, B2, B3, B6, B12, folik asit, pantotenik asit ve bazı amino asitler vücutta depolanmayan ve sürekli alınması gereken maddeledir. Bağırsak florasının bozulması, sentezledikleri vitaminlerde eksikliklere yol açarken emilimlerinde de azalmaya yol açar.

İlk bakışta bağırsak geçirgenliği arttığı için birçok vitamin ve mineral ve aminoasitin bağırsaktan kana geçmesinin kolaylaşmış olacağı düşünülse de durum tam tersidir. Bir çok vitamin ve mineral ve aminoasitin bağırsaktan kana geçmesi bağırsak hücrelerinde bulunan taşıyıcı proteinlerin sayesinde olur. Bunlar olmadan taşınma çok az olacağından birçok besin maddesinin kana geçmesi de azalır.

Yeteri kadar sindirilmemiş yiyecek maddeleri ve nötralize edilmemiş toksinler kan dolaşımına geçer. Bağışıklık sistemi yeteri kadar sindirilmemiş protein parçacıklarına karşı aşırı bir şekilde uyarılır. Bu yabancı protein parçacıklarının bazıları vücudun kendi proteinlerine çok benzer. Bağışıklık sistemi aşırı uyarıldığı zaman kendinden olanı yabancıdan ayıramaz. Onu tahrip ederken kendinden olanı da tahrip eder. Bunlara otoimmün hastalıklar (bağışıklık sistemi hastalıkları) denir. Yabancı maddelerin sayısı o kadar fazladır ki bağırsaktaki bağışıklık sistemi bunların tümü ile başa çıkamaz. Bu maddeler kana geçerek karaciğere ulaşırlar. Karaciğer temizleyebildiğini temizler. Fakat kapasitesinin üzerine çıkan miktarı tekrar kana verir ve bu toksik maddeler başta beyin, kas ve eklemler olmak üzere bütün organlara dağılarak onları tahrip ederler.

Sonuç olarak; astım, egzema, otizm, mültipl skleroz, tiroidit, romatizmal hastalıklar, pankreas yetersizliği, Crohn hastalığı, fibromiyalji, otizm, mültipl skleroz, şizofreni ve çeşitli otoimmün hastalıklar oluşur. Probiyotiklerin bağışıklık sistemi hastalıklarının önlemi ve tedavisinde önemli yeri vardır.

Özetle probiyotiklerin yararlı özelliklerinden bazıları;

  • Antibakteriyel Özellik: Bağırsak florasını düzenleyerek ve bağışıklık sistemini uyararak, patojen mikroorganizmaların o bölgeye yerleşip hastalığa (ishal, kabızlık, bazı kanser türleri.) yol açmasını engellemek,
  • Antioksidant Özellik: Hastalıkları önleme,
  • Antiallerjenik Özellik: Özellikle besin allerjisi riskini azaltma.
  • Probiyotikler, aynı zamanda birçok besin ögesinin biyoyararlılığını artırır. Kalsiyum emilimini artırarak, sağlıklı kemik gelişimini desteklemeleri, K vitamini ve B grubu vitaminlerin kalın bağırsaktaki sentezlerinde önemli rol oynamaları buna örnek verilebilir.

Tedavisi ya da önlenmesinde probiyotiklerin kullanıldığı çeşitli hastalıklar;

  • İshal: Yapılan çok sayıda çalışma probiyotik yiyeceklerin ishal tedavisinde son derece başarılı olduğunu göstermiştir. Geleneksel halk tıbbında ishalli kişilere yoğurt verilmesi yaygın bir uygulamadır. Probiyotikler virüs ishallerinde daha etkili olmakta, dizanteri şeklinde ishalleri fazla etkilememektedir.
  • Antibiyotiğe bağlı ishal: Probiyotiklerin kanıta dayalı çalışmalarla en çok başarılı olduğu düşünülen hastalık, antibiyotiğe bağlı ishaldir. Oral antibiyotik kullananların yaklaşık %20’sinde bağırsak florasının bozulmasına bağlı olarak ishal gelişmektedir. Etkenler daha çok C.difficile ve K. oxytocadır. Probiyotikler antibiyotik ishallerinin önlenmesi ve tedavisinde oldukça başarılıdırlar.
  • İrritabl bağırsak sendromu: İshal gibi bulguları probiyotik kullanımı azaltır.
  • Crohn hastalığı, ülseratif kolit: Crohn hastalığı ve ülseratif kolitin temel nedeninin bağırsakta sağlıklı mikroorganizma dengesinin hastalık yapan mikroorganizma lehine bozulması sonucu gelişen bir reaksiyon olduğu düşünülmektedir. Probiyotikler, bağırsakta sağlıklı mikroorganizma dengesini kurarak Crohn hastalığı ve ülseratif kolit bulgularını hafifletebilir.
  • Kalın bağırsak kanseri: Epidemiyolojik çalışmaların bazılarında kolon kanserinden korunmada probiyotiklerin önemi vurgulanmış, bazı çalışmalarda ise böyle bir etki gözlenmemiştir.
  • Meme kanseri: Probiyotiklerin riski azalttığı konusunda yeterli kanıt yoktur.
  • Kronik vajinit ve tekrarlayan mantar enfeksiyonu: Normalde pamukçuk mantarı (candida albicans) ağızdan anüse kadar bütün sindirim borusu ve vajinanın mukozasında küçük koloniler halinde bulunur. Probiyotikler, onlarla rekabet ederek mantarların aşırı üremesini engellerler. Mantarlar bağırsak büklümlerine gizlenerek mantar tedavisi için kullanılan antifungal ilaçların etkisinden korunabilirler. Aslında laktobasiller vajinada mantarlarla birlikte bulunurlar. Probiyotik tedavisi veya probiyotik içeren besinlerin alınması mantar tedavisinde değil, tekrarlayan mantar enfeksiyonlarının önlenmesinde yararlı olabileceği düşünülmelidir.
  • İdrar yolu enfeksiyonları: Probiyotiklerin genital ve üriner sistem enfeksiyonlarını azalttıkları iddia edilmiştir. Probiyotikler bu özelliklerini aşağıdaki mekanizmalar ile sağlarlar;
    • Vajina pH’sının düşürülmesi
    • Salgıladıkları H2O2 ve bakteriyosinlerin bakterileri etkisizleştirmesi
    • Hastalık yapan bakterilerin mukozaya yapışmasının engellenmesi (yarışmalı inhibisyon).
  • Romatoid artrit: Floranın bozularak bağırsak geçirgenliğinde meydana gelen artışın sadece bağırsakta değil bağırsak dışı birçok organda da iltihabi hastalıklara yol açtığı düşünülmektedir. Yeni tanı almış romatoid artritli hastaların bağırsak florasının normal olmadığı saptanmıştır. Probiyotiklerden zengin bir diyetin antiromatizmal ilaç gereksinimini azalttığı ve klinik bulguları hafiflettiği gözlenmiştir.
  • Allerji, egzema: Probiyotikler, inek sütü allerjisi, atopik ekzema ve diğer alerjik hastalıkların proflaksi (korunma) ve tedavisinde başarı ile kullanılmaktadır.
  • Astım: Alerjik hastalıkların altında yatan önemli bir faktör antibiyotiklerdir. Çeşitli epidemiyolojik araştırmalar, erken yaşta antibiyotik kullanılması ile astım arasında güçlü bir bağın olduğunu göstermiştir. Probiyotiklerin bu noktada yararlı etkisi söz konusudur.
  • Okzalattaşı: Bağırsaktan emilen okzalat oranının artmasının (>%5) üriner sistemde okzalat taşı oluşmasının temel nedeni olarak düşünülmektedir. Oxalobacter formigenes, bağırsakta bulunan okzalatı parçalayarak emilen miktarını azaltırlar. Probiyotik verilen taşlı hastalarda idrardan okzalat atılımının azaldığı gösterilmiştir.
  • Ayrıca diyete bağlı kolesterol yüksekliği kontrolünde, laktoz (süt şekeri) intoleransında, konstipasyon (kabızlık), iltihabi bağırsak hastalıkları önlenmesi ve obesitenin önlenmesinde probiyotiklerin yararlarıyla ilgili çalışmalar mevcuttur.

Prebiyotikler

Prebiyotikler, probiyotiklerin çoğalmasını sağlayarak, vücuttaki aktivitelerini destekleyen ve sindirim sistemi boyunca vücutta emilmeden kalın bağırsağa gelen, buradaki yararlı bakterilerin gelişimini ve aktivitelerini olumlu yönde etkileyen, karbonhidrat türevli besin kaynaklarıdır. Yani probiyotiklerin besini prebiyotiklerdir.

Yapılan araştırmalar diyet posasını oluşturan öğelerden biri olan ve oligosakkaritler olarak bilinen karbonhidratların, probiyotik bakterilerin çoğalmasını sağladıklarını göstermiştir. Probiyotik bakteriler bu öğeleri enerji kaynağı olarak kullanarak çoğalmaktadırlar. Bu nedenle bu öğelere “prebiyotikler” denmektedir. Kısacası prebiyotikler, sindirilmeyen ancak barsakta fermente olan ve kolondaki bakterilerin çoğalmasını ve etkinliğini olumlu yönde etkileyerek aynı zamanda konağın sağlığını da iyileştiren besin öğeleridir.

Prebiyotikler, bazı besinlerde doğal olarak bulunur. Bunlar soğan, sarımsak, pırasa, bezelye, hindiba, enginar, buğday, arpa, çavdar, muz, yer elması, kuşkonmaz, domates ve soya fasulyesi gibi besinlerdir. Ayrıca, gıda endüstrisindeki gelişmelerle, prebiyotikler fonksiyonel bileşenler olarak, süt ürünleri (meyveli/sade yoğurtlar, dondurulmuş sütlü tatlılar), bisküvi, kek, toz puding gibi ürünlere eklenerek besinlerin zenginleştirilmesinde kullanılmaktadırlar. Kalın bağırsaktaki mikroorganizmalar, besinler ile alınan, mide ve ince bağırsakta daha önce sindirilemeyen prebiyotikler, kolon mikroflorasınca fermente edilir ve açığa çıkan metabolitler probiyotik bakteri mikroflorası için enerji kaynağı oluşturur. Prebiyotiklerin fermantasyonu ile açığa çıkan ürünler ayrıca konak için de yararlı olabilmektedir. Prebiyotiklerin kullanımı ile bağırsak florasında konak için sağlıklı bir durum yaratarak hem bazı hastalıkların tedavisi hem de bazı hastalıkların önlenmesi mümkün olmaktadır.

Vücudumuzdaki biyoyararlılıklarını arttırmak için, probiyotikler ve prebiyotiklerin bir arada kullanılmasına sinbiyotikler denmektedir. Vücutta oluşan enfeksiyonlar, bağışıklık sistemini etkilemekte ve hastalıklara olan yatkınlığı arttırmaktadır. Antibiyotik kullanımının, vücuttaki mikroorganizma dengesini bozduğunu zaten biliyoruz. Sinbiyotiklerin bağırsak bakteri florasındaki dengeyi sağlayarak sağlığı korudukları göz ardı edilmemelidir. Hazır sinbiyotik ürünlerde genelde Laktobacillus asidofilus bakterisi kullanılmaktadır.

Gebelikte Probiyotikler

Gebelikte probiyotikler güvenilir midir?

Canlı iyi huylu bakteri veya mantar olan probiyotiklerin kanda bakteri veya mantar enfeksiyonu yapma şansı yoktur. Laktobasil bakterilerinin bakteriemi olasılığı 1 milyonda 1, bir probiyotik olan Saccharomyces boulardii mantarının fungemi yapma olasılığı 5.6 milyonda birdir. Bu nedenle probiyotiklerin bebeğin sistemik dolaşımına geçerek zarar verme olasılıkları olağanüstü düşüktür.

Gebeliğin ilk üç ayında iki gözlemsel çalışma probiyotik tedavisiyle bebekğin doğumsal sakatlık oranlarında artış olmadığını vurgulamışlardır.

Gebelik başlangıcından, emzirme dönemi sonuna kadar probiyotiklerin çalışıldığı iki randomize kontrollü çalışma mevcuttur. Lactobacillus rhamnosus ve Bifidobacterium lactis suşlarının kullanıldığı çalışmalarda gebeliğin olumsuz sonuçlanmasında artış görülmemiştir. Gebelikte mantar türü probiyotik olan Saccharomycesin kullanımı ile ilgili yayınlanmış çalışma yoktur.

Toplam 1500 gebe kadını içeren bir metaanaliz ve 8 randomize kontrollü çalışmanın alındığı sistematik derlemede; gebelik haftaları, bebeğin doğum kiloları ve sezaryen oranlarında değişiklik saptanmamıştır. Ancak bu çalışmaların çoğunluğunda probiyotiklerin 32-36 gebelik haftası arasında kullanıldığını vurgulamakta yarar vardır.

Probiyotikler erken doğumu engeller mi ?

Erken doğumların %30-50’sinin anneyle ilgili enfeksiyonlardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Probiyotikler, yeterli miktarda alındığında vücudda sağlıkla ilgili yararları olan canlı mikroorganizmalardır. Patojen (enfeksiyon oluşturan) bakterilerle yer değiştirerek ve öldürerek, ayrıca bağışıklık sistemi yanıtını etkileyerek enfeksiyonlarla mücadele ettikleri, dolayısıyla erken doğum eylemini engelleyecekleri öngörülmektedir. Ancak 2012’deki kanıta dayalı tıp derlemesinde; probiyotik kullanımıyla gebelikte vajinal enfeksiyonlarda %81 oranda azalma olmasına rağmen, erken doğumun azalması ile ilgili yeterli kanıt bulunamamıştır.

Probiyotikler gebelik zehirlenmesini engeller mi?

2011’de yayınlanan 33.399 Norveçli kadını içeren ileriye dönük çalışmada, ilk kez gebe kalanların probiyotik laktobasil içeren süt ürünü tüketenlerinde, gebelik zehirlenmesi olasılığı belirgin oranda düşük olarak bulunmuştur. Şiddetli gebelik zehirlenmesi ortaya çıkma oranlarının, günlük veya haftalık probiyotik süt ürünleri tüketenlerde daha da düşük olduğu gözlemlenmiştir.

Probiyotikler gebelik şekerini önler mi?

Yaşam şekli düzenlenmesi ve gebelik şekerinin önlenmesi, üzerinde uğraşılan bir konudur. Vücutta bulunan iyi mikroorganizma florasının gebelik metabolizması üzerine, olumlu etki yapacağı düşünülmektedir. Konuyla ilgili çalışmalar devam etmektedir. Kanıta dayalı tıp şubat 2014 derlemesinde; 256 kadını içeren bir randomize kontrollü çalışmada probiyotik kullanan kadınlarda gestasyonel diyabet oranlarını belirgin olarak düşük bulunmuştur. İri bebek, ölü doğum, yeni doğan ölümü oranları ile ilgili veri yoktur ve yeni çalışmalara gereksinim bulunmaktadır.

Avustralya’dan 540 obez kadında (vücut kitle indeksi 25 üstünde) yürütülen çok merkezli, çift kör randomize kontrollü çalışma iki yıl içinde sonlanacak ve yüksek riskteki gebelerde gestasyonel diyabet tanısı oranlarını %50 civarında etkileyecektir.

Probiyotik kullanan annelerin bebeklerinde allerji oranı azalır mı?

Gebenin probiyotik kullanımının yenidoğan bebekte atopik dermatit, astım, saman nezlesi gibi allerjik hastalıkları önlediği konusunda meta analizler ve sistematik derlemeler içindeki çalışmalar, probiyotiklerin yararlı olup olmadığı konusunda çelişkili ve farklı sonuçlar vermektedir.

Gebelikte probiyotik, prebiyotik kullanmalı mı?

Gebelikte probiyotik kullanımı ile ilgili çok sayıda çalışma olmasına rağmen, probiyotik ve prebiyotik tedavilerin yararları ile ilgili kanıta dayalı fazla veri bulunmamaktadır. Dünyada 65 milyar dolarlık probiyotik ilaç ve gıda ürünü pazarı olduğunu da göz önünde bulundurarak, gebelikte daha basit düşünerek, 16. gebelik haftasından itibaren zaten probiyotik içeren süt ürünlerinin bir miktar tüketilmesinde yarar vardır.

Sonuçta; erken doğum risk grubunda olan kokulu akıntıyla kendini gösteren anaerob vajinal enfeksiyonu olan gebelerde, preeklampsi riski yüksek, genç veya ileri yaşta, kronik hipertansiyonu olan, preeklampsi risk faktörü olan gebelerde, gebelik diyabeti riski yüksek kilolu hamilelerde önlem için, sezaryen planlanan gebelerde yenidoğana anneden iyi huylu laktobasil florasını belki aktarmak amacıyla probiyotikler kullanılabilir.

Gebelikte sık görülen mantar enfeksiyonunun fazla tekrarlayan kaşıntı gibi rahatsız edici bulgularının önleminde, antibiyotik kullanımı sonucunda ortaya çıkabilecek ishallerde probiyotikler tedaviye eklenebilir.