Kısırlık Tedavisinde 1900-1978

IC Rubin, yumurtalık kanallarının açık olup olmadığını saptamak için kendi adıyla anılan testi tanımladı. Önceleri radyoaktif bir madde kullandıysa da bunun zor yönlerini görerek 1920 yılında oksijen kullanmaya başladı. Kısa zamanda test için oksijen yerine karbondioksit kullanılmaya başlandı. Bu testi ben de Ege Üniversitesi’nde asistanlık yıllarımda yapardım. Test hem kolay hem de kullanışlı olsa da sonuçları tüplerin açık olup olmadığı dışında bilgi vermiyor, tüplerin çevre ile yapışıklık ve geçirilmiş hastalıklarından kalan sorunlarını göstermiyordu. Bugün bu test, yerini modern histerosalpingografiye bırakmıştır.

1935 yılında Stein ve Leventhal adlı iki araştırmacı adet görmeyen, tüylenme artışı ve şişmanlık problemi olan bir seri kadın üzerindeki çalışmalarını tamamladılar. Bu durum, polikistik over sendromu (Stein-Leventhal Sendromu) adını aldı. Bu hastalarda yumurtalıklarından parça alarak adet düzeninin tekrar başlamasını sağladılar. Bu da polikistik over sendromunun tedavisinde antik bir yöntem olan wedge rezeksiyonun doğmasını sağladı. Günümüze kadar over soyma işlemi olarak yapılmış olsa da kısırlık tedavisine etkin bir katkı sağlamadığı gerçektir.

1920’lerde follikül uyarıcı hormon (FSH), lüteinleştirici hormon (LH) ve insan korionik gonadotropini (hCG) keşfedildi. 1930’larda FSH ve LH hormonlarının yumurta gelişimi ve yumurtlamadaki rolleri ortaya çıkarıldı. 1947 yılında ilk kez insan idrarından hCG saflaştırıldı.

1950’lerde Solomon Aaron Berson ve Rosalyn Sussman Yalow hassas hormon testlerini yapmayı sağlayan radyoimmünoessey yöntemini buldu. Bu buluş pek çok hormonal mekanizma ve hastalığın anlaşılmasının yanısıra modern endokrinolojinin kurulmasını sağladı. Yalow da bu buluşu ile 1977’de fizyoloji dalında Nobel ödülü aldı.

Halen kullandığımız klomifen sitrat adlı yumurtlama ilacı 1956’da ilk kez üretilip, 1962 yılında piyasaya tanıtıldı. Yumurtlama bozukluklarına bağlı gelişen kısırlığın tedavisinde dev bir adım atılmış oldu.

Bu tarih aynı zamanda jinekologların infertiliteye olan ilgisinin başlangıcı idi. İlk infertilite Kongresi New York’ta 1959’da düzenlendi. Beş yıl öncesinde, 1954’te insanda donmuş sperm ile ilk gebelik elde edildi. Bir sonraki yıl, o zamanlarda dış ortamda insan yumurtalarını döllemek için yaptığı başarısız girişimleri ile bilinenen Pincus, doğum kontrol hapları ile ilgili ilk sonuçları yayınladı (Envoid®, Searle Pharmacueticals için).

1949 yılında, menopozdaki kadınların idrarından elde edilen insan menopozal gonadotropinleri (hMG), 1958 yılında insan hipofizinden üretilen gonadotropinler enjektabl ilaçlar olarak piyasaya sürüldü.

1958 ve 1960’da Gemzell ve Bruno Lunenfeld insan hipofizinden üretilen gonadotropin (human pituitary gonadothropin-hPG) ve insan menopozal gonadotropin (hMG) ile yapılan tedavi sonrasında ilk gebelikleri elde ettiler. 1960’larda yumurtlatma tedavisi ile ilk bebek doğdu.

Hayvan deneyleri ve sonrasında insanda döllenme hakkındaki çalışmalar 20. yüzyılın ikinci yarısında başladı. 1954’de Thibault memelilerde (tavşanda) dış ortamdaki ilk döllenmeyi elde etti. Bir sonraki yıl, Chang dış ortamda döllenen yumurtalardan elde edilen tavşan embriyolarını geliştirmeyi başardı ve 1959’da tüpte döllenmiş bir yumurtanın nakli ile canlı doğum elde etti.

1961’de Klein ve Palmer laparoskopi sırasında ilk kez insan yumurtalarını elde etti.

Ancak, bu zaman boyunca bir kişi de hayvan modellerinde olası görünen (kendi çalışmalarının çoğu farelerde yapılmıştı) bir işlemi insanlarda başarmaya çalışıyordu: Tüpte döllenme ve embriyo transferi. En nihayetinde, değişmez sabrı, fedakarlığı ve fevkalade mahremiyeti içerisinde bu adam bilimsel direnci ve disiplinli başarısı ile insan üremesinin düzeyini değiştirecekti. Bu kişi Edwards’dı.

Edwards, farelerde gelişim genetiği üzerine olan Bilim Doktorasını 1958’de tamamladı. Edwards’in diakinez ve metafaz-2’yi belirteç olarak kullandığı çalışmaları, farelerin oosit olgunluğu için yaklaşık 12 saate ihtiyaç duyduğunu göstermiştir. Ancak, çalışmaları farelerden insana doğru ilerledikçe, insan yumurtalarının daha uzun zamana ihtiyaç duyduğu belirlendi. Diğer yandan eş zamanlı olarak Glasgow’daki meslektaşları ile beraber tavşan embriyolarından dünyanın ilk embriyonik kök hücrelerini elde ettiler. Bu kök hücrelerin tedavide kullanılma potansiyeli ile ilgilenen Edwards, kök hücreler ve başka amaçlı araştırmalar için bir kaynak olarak, insan yumurtalarının dış ortamda olgunlaştırılması ve döllenmesi konusunda çalışmaya başladı. Edwards Baltimore’daki Johns Hopkins Hastanesinde 6 haftalık yoğun bir çalışmadan sonra, 1965’te insan yumurtalarının tam olgunluğa erişmesi için 37 saate ihtiyacı olduğu ve bu nedenle yumurtlamadan 35-40 saat sonra yapılacak aşılamanın başarılı olacağını bulmuştur. 1969 yılında doktora öğrencisi Barry Bavister ile çalışan Edwards, spermle birleşme için herhangi bir gereksinim olmadan insan yumurtalarını döllemeyi etmeyi başarmıştır.

1967’de, Cohen ilk defa Edwards’la karşılaştı.

İkimiz de Bulgaristan’da üreme immünolojisi üzerine bir konferansa katılıyorduk. 1972’de Tokyo’daki IFFS Kongresi’nde tekrar karşılaşıp ve insanda IVF’in olasılığı hakkında konuştuk. O insan üremesinin geleceği hakkındaki vizyonunu IVF, kriyoprezervasyon ve preimplantasyon genetik tanı açıklarken, ben dinledim. Gerçekten ciddi olup olmadığını kendi kendime sordum ve onun görüşlerinin gerçek bir kehanetin vizyonu olduğunu hızla kavradım.

Edwards, kendisine insan yumurtaları sağlamak üzere, Cambridge ve Londra’daki klinisyenlerle işbirliği yapmayı başaramadı. Bu uğraşılar arzu ettiği ortamı bulamayınca Amerika Birleşik Devletleri’ne döndü ve 1965’de yumurtalık dokusunun biyopsilerinden sağlanabileceği Johns Hopkins’de Georgeanna ve Howard Jones ile birleşti. 6 haftalık çalışma ziyaretinde, elde ettiği insan yumurtalarında, olgunlaşmanın kesin zamanlamasını doğrulamış oldu. Londra konferansı esnasında jinekolog Steptoe ile tesadüfi olarak karşılaşana kadar, klinisyenlerle işbirliği çalışmaları sonuçsuz olarak kalmaya devam etti. O sırada Steptoe küçük bir kuzey şehri olan Oldham’da çalışıyordu ve o sıralarda laparoskopinin cerrahi kullanımında oldukça tecrübeliydi. Steptoe, Edwards’la işbirliği yapmayı derhal kabul etti ve böylece 1968’de üreme tıbbına bu çeşit bir kalıcı miras bırakan ortaklık başlamış oldu.

Edwards ve Steptoe’nin hikayesi gayet iyi bilinmektedir. Ancak ilk yıllar onlar için bir hayli zordu. Edwards’in Cambridge’den Oldhama’ya olan uzun yolculukları (tek gidiş 180 mil), yumurtaların yumurtalıklardan laparoskopik yöntemle toplanması, 1971 yılında embriyo transferinin yapılması, hMG ve klomifen ile yumurtlatma, yumurtlama sonrası destek ve sürekli başarısızlık. Bu 1975 yılındaki ile dış gebeliğe dek devam etti. Sonunda bazı İngiliz meslektaşlarının malpraktisle suçlamalarına rağmen 32 embriyo transferinden sonra ilk sağlıklı gebelik başarıldı.

25/07/1978 çok özel bir gündü. Dünyanın ilk başarılı tüp bebeği Louise Joy Brown İngiltere’de dünyaya geldi. Daha 06/021944 tarihinde Harvard’lı Miriam F Menkein ve John Rock ilk kez tüpte dölledikleri yumurtayı iki hücreye kadar çoğaltmıştı. Bunun bir bebek haline gelmesi 34 yıl sürdü.

Dünyanın ilk tüp bebek doğumunun, bu farklılıkların bir araya gelmesi ile elde edildiği duyurulduğu zaman şaşırmıştım. Tabii ki, dünyada bu bilimsel başarının önemini hemen anlayabilen çok az insan vardı. Çoğu şüphe duydu ve hatta fazla ilgilenmedi. 1979’un başında Edwards ve Steptoe tıbbi ve bilimsel başarılarını “Royal Collage of Obstetrics and Gynaecologist” te sundular. Ancak, sunumlarından sonra kesin bir şekilde dinleyicilerdeki tüm şüpheleri dağıldı.

Martin Hutchinson tüp bebek ile ilgili şöyle diyor.

Tüpbebek fikri ilk kez 1930’larda öne sürülmekle birlikte tüpte başarılı döllenme 1950’lere kadar gerçekleşemedi. Tavşanlarda yapılan uygulamalar bir aşama olsa da insan üreme sistemi kapılarını açmamakta direniyordu.

Louise Brown’in doğumundan hemen sonra, Edwards ve Steptoe’nun ilgisi klinik çalışmalarını genişletme yönünde gelişti. Ancak, Steptoe’nun İngiliz ulusal sağlık servisinden emekli olması ile ilerlemeleri durakladı. Cambridge yakınlarında Bourn Hall’da alternatif bir özel servisin kurulabilmesi iki yıl aldı. Burası zaman içinde dünyada en iyi bilinen ve en iyi gelişen merkezi haline gelecekti.

Ancak Edwards ve Steptoe Bourn Hall’a taşınmayı planlarken, dünyanın her yerinden bir çok grup İngiltere’nin başarısından ilham almış ve kendileri de bunu tekrar etmek üzere çalışmalara başlamışlardı. Edwards ve Steptoe gibi onlar da tüp faktörünü tedavi etmek için çalışmalar yapıyorlardı. Tüp cerrahisinin başarısız kaldığı durumda tüp bebeğin kısırlık problemlerinin üstesinden geleceğini düşünüyorlardı.

Her yıl dünyada 200.000 tüpbebek doğuyor. Tahminen yaşayan 1.500.000 tüpbebek aramızda yaşıyor. 1970’lerde testisten spermin doğrudan alınması, rahimi olmayan kadınların yumurtaları ile taşıyıcı annelerde bebek büyütülmesi, dondurulmuş yumurtalık ve spermden gebelik olması en hayalperest insanlar için bile çok uzak bir olasılıktı. Bugün rahimin içine yerleştirilmemiş insan embriyosundan alınan bir hücre ile genetik testler yapılabiliyor.