Sezaryen; doğumun normal yolla olmadığı durumlarda karın ve döl yatağının kesilip bebeğin alındığı cerrahi bir işlemdir. Dünya Sağlık Örgütü, sezaryenle doğum oranının %15 ile %18 arasında olması gerektiğini bildirmektedir.
Ülkemizde sezaryen oranlarının %58’e ulaşması, bazı medya ve toplum kuruluşlarının konuya ilgisini arttırdı. Sezaryen oranları tüm dünyada artmaktadır. İtalya, Brezilya, Meksika gibi ülkelerde sezaryen oranları da % 40’ların üzerine çıkıyor. Sezarye oranının armadığı tek ülke Finlandiya iken İzlanda’da hafif bir düşme de görülmekte. İzlanda’nın nüfusunun 300.000 olduğunu da gözönünde bulundurmak gerek.
Hollanda da ise %14 oranla en düşük sezaryen oranı mevcut. Hollanda’da evde doğum oranları yüksek, ancak nüfus artışı ve toplam nüfus sayısının az olduğunu da belirtelim.
Türkiye’de sezaryen oranı son 10 yılda 2,5 katı artmıştır. Artış hızının en fazla olduğu ülke Türkiyedir. Son yasal düzenlemeden sonra %50 nin hemen altında iken, şimdilerde %50 nin üzerine çıkmıştır.
Steril operasyon koşullarının, epidural anestezinin, dikiş materyallerinin ve olası enfeksiyonlardan korumak için antibiyotiklerin gelişmesi de günümüzde sezaryenin geçmiş yıllardaki sezaryenlere oranla anne ve bebek için çok daha güvenli uygulanmasını sağladı ve tüm dünyada olduğu gibi son 12 yılda sezaryen oranları ülkemizde de yükseldi. ABD’de her 3 doğumdan biri, gelişmiş Avrupa ülkelerinde yaklaşık her 4 doğumdan biri sezaryenle sonuçlanıyor. Son 3-4 yılda ise ülkemizde ve dünyada bu oranların düşürülmesi için girişimler başlatı. ABD’de sezaryen oranlarındaki artış son iki yılda sadece %31.3’larda durdurulabildi ancak aşağılara çekilemedi. Dünya Sağlık Örgütü’nün ve ACOG’un koyduğu %15’lik sezaryen oranı hedefinin iki katına ulaştıklarının ACOG da farkında ve 2020 de koydukları yeni hedef %23.9.
Ülkemizde bazı gebeler doktorları sezaryen yapmakla (bazen de yapmamakla) suçluyor. Ancak var olan ve ortaya çıkacak birçok tıbbi durumda da sezaryenin kaçınılmaz olduğunu bilmiyor.
Günümüzde sezaryen oranlarını arttıran tıbbi nedenler oldukça fazla gibi gözükmektedir. “Sezaryen mi? Normal doğum mu?” tartışması yerine “Hangi gebeye hangi doğum şekli daha uygundur?” tartışması yapılmalıdır.
Ülkemizde sezaryen oranlarının dünya ortalamasının çok yukarda olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Ancak sezaryene çok sıcak bakmayan İngiltere’de bile RCOG (Royal College of Obstetrician and Gynecologists-Kraliyet kadın hastalıkları ve uzmanları derneği) sezaryen oranlarını %25 olarak vermektedir. Kadınların doğum korkusu nedeniyle sezaryen arzusu bu oranı sadece %10 etkilediği bildirilmiştir.
Sezaryen oranlarını düşürmek için dünyanın değişik ülkelerinde girişimler sürmektedir. ABD de Mayor klinik, son 3-5 yılda donanımına ciddi katkılar yaparak (Doğumhanenin yanına, acil müdahalelerin yapılacağı, damar cerrahisi, ürolojik ve genel cerrahi üniteleri, gelişmiş MR ve görüntüleme üniteleri gibi) vajinal doğum sürecinden sezaryene geçişi azaltmaya çalışmasına rağmen 5 yıl içinde %31.5 olan sezaryen oranlarını her yıl sadece %1 oranda düşürebilmiştir.
Ülkemizdeki sezaryen oranlarının önemli bir kısmını da diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi daha önce geçirilmiş sezaryenler oluşturmaktadır. Tekrarlayan sezaryen arttıkça da sezaryenle ilgili komplikasyonlar artacaktır. Özellikle üçüncü sezaryenlerden sonra plasenta akreata dediğimiz plasentanın rahime gömülüp ayrılmasında güçlük oluşturması, kanama ve rahim alınması gibi ciddi sorunları birlikte getirmektedir. Ülkemizde, eğitim düzeyi yüksek, bilinçli, ekonomik bağımsızlığı için iş yaşamına aktif katılan, dolayısıyla fazla çocuk yapmak istemeyen kadınlar için böyle bir sorunun ortaya çıkma olasılığı daha az olacaktır. Ancak üç ve daha fazla çocuk isteyen kadınlar için sezaryen olanlarda artan bir risk faktörü ortaya çıkacaktır.
SSVD (Sezaryen sonrası vajinal doğum) sezaryen oranlarını azaltmak için birçok ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de gündeme getirilmektedir. Ancak SSVD de görülen 0.6-1 arasında uterin ruptur riski (rahim yırtılması) çok düşük gözükse bile karşılaşıldığında anne ve bebek yaşamını ciddi tehdit eden bir durumdur. Şiddetli kanama, rahim alınması, bol miktarda kan verilmesi, anne ve bebek ölümü gibi riskler göz önünde bulundurmalıdır.
Vajinal doğumda müdahalelerin azaltılmasını destekleyen bazı çalışmalar da var. Bunların da sezaryen oranlarını düşürmede katkıları olduğu ifade edilmektedir. Kanıta dayalı çalışmalar riskli gebelerin çoğunda bile gebeliği sonlandırmak için en az 38. haftanın güvenle beklenebileceğini bildirmektedirler. Kanıta dayalı bazı çalışmalarda doğum sürecinde sürekli monitörle izlenen bebeklerle, sadece intermittan (belirli aralıklarla) fetal dopplerle kalp atımının izlendiği bebeklerin sağlık durumu arasında belirgin farklılık bulunmamıştır. Doğumda perine korunması ve yırtıkların engellenmesi için sıcak havlu yararlı olabilir. Bebeğin kordonunun geç klemplenmesi ve en kısa zamanda annenin göğsüne verilmesi önerilir.
Avrupa’da da Sezaryen Oranları Artıyor
İngiltere’de doğumların yaklaşık %25’i sezaryen ile oluyor.
Avrupa’da sezaryen oranları arasında ciddi farklılıklar var. En iyi doğum şeklinin ne olduğu hala tartışmalı.
Sezaryen oranı İngiltere’de %25 iken, Kıbrıs’ta %52, İsveç’te %17. Bu farklılıkların nedenini araştıran bir yazı yakın zamanda BJOG’da (British Journal of Obstetrics and Gynecology) yayınlandı. Yazıya göre farklılıkların nedenini anlamak için daha çok araştırma gerekli.
İngiliz Ulusal Ebelik Derneği, bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın daha etkin olması gerektiğini bildiriyor.
Yayına göre tüm Avrupa’da sezaryen oranları düzenli olarak artıyor. Bunun nedeni ile ilgili çok sayıda olasılık ortaya atılmış. Nedenler arasında en önemlisi doktorların dava edilme korkuları. Zira sezaryen ile doğum hala normal doğuma göre oldukça daha güvenli. Bu nedenle sezaryen oranlarında artmanın devam edeceği düşünülüyor.
İlk doğumlarda sezaryen oranı oldukça yüksek. Daha önce sezaryen olanlar sayılmazsa ilk doğumu olmayan kadınlarda normal doğum oranı da artıyor. Özellikle makat geliş ve çoğul gebeliklerin sezaryen ile doğurtulması kabul edilebilir bir durum.
Planlanmış sezaryen oranının en yüksek olduğu Kıbrıs’ı %25 ile İtalya izliyor.
En düşük sezaryen oranları Finlandiya (%6,6), Hollanda (%7,7) ve Norveç’te (%6,6).
Planlanmış sezaryen oranı İngiltere’de %9 iken, Galler ve İskoçya’da %11 ve İrlanda’da %14,6.
Acil sezaryen oranının en yüksek olduğu ülkeler %33 ile Romanya ve %8,6 ile İsveç. İngiltere genelinde ise acil sezaryen oranı %15.
Londra Şehir Üniversitesi’nde Gebe Sağlığı bölümünden Prof. Alison Macraflane şöyle dedi. “Ülkeler arasında sezaryen oranları çok farklı. Bunu değerlendirmek için ülkelerin sezaryeni yapma kriterleri ve sezaryene alınacak hastaların seçimini değerlendirmek gerekir. Sezaryen oranı değil anne ve bebeğin sağlıklı olup olmadığı önemlidir. Sezrayen, doğum yolunda gitmediğinde uygulanan acil bir ameliyattır. Güvenli bir ameliyat olmakla birlikte normal doğuma bir alternatif olarak ele alınmamalıdır. Ancak kadınların doğum şeklini seçme hakkının önüne geçilemez.”
Özetle; bilimsel kurallardan taviz vermeden sezaryen oranlarını aşağı çekmek için, ekonomi, eğitim, sağlık sistemini de içeren donanım değişiklikleri, sistematik ve multidisipliner yaklaşımlar gerekiyor.
Bir bebeğin yaşama gelmesi çok güzel bir olaydır. Ancak kadının gebeliği planlaması, gebelik öncesinden itibaren, gebelik sürecinde dengeli beslenmesiyle, egzersiziyle ve önerilen bir çok ayrıntıyla iyi hazırlanarak doğum eylemine bilinçli girmesi önemlidir. Kısacası müstakbel annelerin yerine getirmeleri gereken ve doğum şeklini de belirleyen sorumlulukları vardır. “Ben normal doğum istiyorum. Ben sezaryen istiyorum.” diye yaklaşımlar veya ‘’Normal doğum daha iyidir. Sezaryen daha iyidir.” gibi bilinçsizce yönlendirmeler gebenin doğum korkusunu azaltmayacak ve bu harikulade olayda gebenin doyumunu engelleyecektir.
Dünyanın pek çok ülkesinde annenin doğum şeklini seçme hakkı (sezaryen dahil) vardır. Hekime düşen zarar ve yararları konusunda anneyi eksiksiz bilgilendirdikten sonra seçimi ona bırakmaktır. Ancak anne adayı sadece kuru bilgi değil devamlı ve profesyonel destek ihtiyacı hissetmekte ve kararlarını buna göre şekillendirmektedir. Bu nedenle sevecen ve deneyimli bir hekimin antenatal dönemden başlayarak lohusalığa değin anne adayına samimi ve profesyonel desteğini esirgememesi çok önemlidir. Doğru danışmanlık sonrası anne isteği ile elektif sezaryen uygundur ve yapılmalıdır.
Gebelerin ve toplumun, güncel, kanıta dayalı ve doğru bilgilerle bilinçlenerek önce kendilerine sonra doğumların eşlik edecek sağlık profesyonellerine güvenmesi gerekir.